29 Mart 2013 Cuma

'son vandal' 2013 şubat istanbul


son vandal




ve bir çölün ortasında

bir akrebi kovalarken rüzgar

kılığındaki rockçu

hayalindeki çayırların üzerine uzanıp

son düetini yapıyor

gırtlağına kadar soktuğu tüfekle

artık kırılacak sadece kafa tası kalmış

saçı yağlı, kazağında güveler

haykırıyor kaç milyar içinde yapayalnız

seatle sokaklarını kana bularcasına
akrebe yetiştiğinde bu son vandal

-hadi otur bir çayımı iç

yabani fesleğen çayı

ve akrebin zehirli kuyruğuna dokunduğunda sözleri

rüzgara çarpan kavaklar gibi hışırdıyor

artık bitti rüya başladı zaman

17 Şubat 2013 Pazar

'balmumu' şubat 1013 istanbul










balmumu



bir söz böldü..
sokaklar gibi
bakışlar gibi
dereler gibi
ruhları..
ve herşey ayrıldı kemiklerinden


bu orman plastik kokuyor..
ağlamadan sönmezmiş
güneş bile bakamazken
balkonlarımız koşuyor
saksılarında balçıkla
yangının içine içine
gözlerine.
hiç dokunamadan
dibinde bir ömür..
erise de farketmez
balmumundan hayallerimiz
zaten acıdan başka ne vaad eder ki
yalandan sevdiklerimiz



'baykuş' Kasım 2012 İstanbul






baykuş


berrak bakışlarıyla bir baykuş
uçmadan duruyordu başucumda
hiç ölmeyeceksin der gibi, heybetli
ne gençken ne de sonrası
hiç ölmeyeceksin!!!!
hadi gel tutun kanadıma da
incinmezsin
doldurup ceplerimize zümrütleri
altınları, elmasları
ne varsa işte hep değerli şeyleri
toprağa dokunmadan bir daha
kaçalım der gibiydi

19 Ocak 2013 Cumartesi

'fiil ve madde' İstanbul ocak 2012









fiil ve madde


yazarken tüm yazıların sahibi için yazmalı insan
konuşurken tüm sözlerin sahibi için konuşmalı
bakarken kainat rasathsnasinde oturur gibi bakmalı

ya da dokunurken
bir yaprağa, toprağa ve tene
en önemlisi de tene
isimlere dokunur gibi dokunmalı
ruhun güneşi hep guruptaymış gibi
hep kızıl havalarda dolaşmalı
ve aldığı nefeste aramalı zerrenin gücünü
en eskinin yani bildiğimiz zamanın
ve verdiğinde de anlamalı acziyetini
ve zerrenin kendiliğinden
bu kadar hükümdar olmadığını da anlamalı

söylerken hasılı
düşünürken ve en önemlisi şairane
bu tılsımlı zamanın maddeyle izdivaçı gibi
hep isimlerin peşinden koşmalı




9 Ocak 2013 Çarşamba

'ahtapot' ocak 2013










ahtapot



öleceksem eğer
falezlerinde parçalanan
küçük bir ahtapot olmalıyım
tüm okyanusu bir vantuzuna sığdırabilen
mürekkebi ebruyu andıran


öleceksem eğer
kollarında mercanlarının
gözlerinde yani
hiç doyasıya bakamadığım


ne olursa olsun öleceksem eğer
ve öleceğim sensizlikten her halükarda
aşksızlıktan mı öleceğim
sensizlikten mi bilemedim
bildiğim tek şey var
o da bu kentin en dibindeyim

'çocuk' ocak 2013 istanbul








çocuk

uyurken yüzünü bulutların okşadığı
uyandığında yürürken senle benle selamlaşan
gözleri kahve rengi olsa da
yemyeşil bakan bir çocuk


gündüz olduğunda nefes alan
gece baykuşlara uçmasını öğreten
hangi şehirli olduğu bilinmeyen
bembeyaz nefes alan bir çocuk


sırtına alıp kendinden bin kat ağır yükleri
belki tüm dünyayı taşır gibi
kanatları şeffaf ve nurdan
teri zümrütten bir çocuk


kendisinin ve bizim çocuk sandığımız
henüz yirmisine girmemiş
teninde cennet kokan
aslında melekleri kıskandıran bir çocuk...

1 Ocak 2013 Salı

'papatya 2' aralık 2012 istanbul




papatya 2




hiç yazılmamış bir masal olsun mesela hayat
en çok yaşamak istenilen..

sadece aşk olan mesela
yani sadece sen
rengarenk bir müzikal ya da
gökkuşağından nehirler
ve sen bir vadi dolusu papatya
ve ben her sabah bir kaç saat
sana dokunup eriyen bir çiğ tanesi
ya da ben kanatlarını hep sana açan
sarısı senin sarın gibi
siyahı da sensiz geceler gibi bir arıcık
konup sana bir kaç saniye de olsa
hayatın özünü alan

bir damlaya sığar işte böyle hayat
senin kalbime sığdığın gibi
benim nefesinde eridiğim gibi

hiç yazılmamış bir masal olsun mesela hayat
ve hiç sonbaharın yaşanmadığı