19 Ocak 2013 Cumartesi

'fiil ve madde' İstanbul ocak 2012









fiil ve madde


yazarken tüm yazıların sahibi için yazmalı insan
konuşurken tüm sözlerin sahibi için konuşmalı
bakarken kainat rasathsnasinde oturur gibi bakmalı

ya da dokunurken
bir yaprağa, toprağa ve tene
en önemlisi de tene
isimlere dokunur gibi dokunmalı
ruhun güneşi hep guruptaymış gibi
hep kızıl havalarda dolaşmalı
ve aldığı nefeste aramalı zerrenin gücünü
en eskinin yani bildiğimiz zamanın
ve verdiğinde de anlamalı acziyetini
ve zerrenin kendiliğinden
bu kadar hükümdar olmadığını da anlamalı

söylerken hasılı
düşünürken ve en önemlisi şairane
bu tılsımlı zamanın maddeyle izdivaçı gibi
hep isimlerin peşinden koşmalı




9 Ocak 2013 Çarşamba

'ahtapot' ocak 2013










ahtapot



öleceksem eğer
falezlerinde parçalanan
küçük bir ahtapot olmalıyım
tüm okyanusu bir vantuzuna sığdırabilen
mürekkebi ebruyu andıran


öleceksem eğer
kollarında mercanlarının
gözlerinde yani
hiç doyasıya bakamadığım


ne olursa olsun öleceksem eğer
ve öleceğim sensizlikten her halükarda
aşksızlıktan mı öleceğim
sensizlikten mi bilemedim
bildiğim tek şey var
o da bu kentin en dibindeyim

'çocuk' ocak 2013 istanbul








çocuk

uyurken yüzünü bulutların okşadığı
uyandığında yürürken senle benle selamlaşan
gözleri kahve rengi olsa da
yemyeşil bakan bir çocuk


gündüz olduğunda nefes alan
gece baykuşlara uçmasını öğreten
hangi şehirli olduğu bilinmeyen
bembeyaz nefes alan bir çocuk


sırtına alıp kendinden bin kat ağır yükleri
belki tüm dünyayı taşır gibi
kanatları şeffaf ve nurdan
teri zümrütten bir çocuk


kendisinin ve bizim çocuk sandığımız
henüz yirmisine girmemiş
teninde cennet kokan
aslında melekleri kıskandıran bir çocuk...

1 Ocak 2013 Salı

'papatya 2' aralık 2012 istanbul




papatya 2




hiç yazılmamış bir masal olsun mesela hayat
en çok yaşamak istenilen..

sadece aşk olan mesela
yani sadece sen
rengarenk bir müzikal ya da
gökkuşağından nehirler
ve sen bir vadi dolusu papatya
ve ben her sabah bir kaç saat
sana dokunup eriyen bir çiğ tanesi
ya da ben kanatlarını hep sana açan
sarısı senin sarın gibi
siyahı da sensiz geceler gibi bir arıcık
konup sana bir kaç saniye de olsa
hayatın özünü alan

bir damlaya sığar işte böyle hayat
senin kalbime sığdığın gibi
benim nefesinde eridiğim gibi

hiç yazılmamış bir masal olsun mesela hayat
ve hiç sonbaharın yaşanmadığı